Bu defa bize en fazla ızdırap verenin yaralarımız değil “hafıza”mız olduğunu öğreniriz. Dev silgilerimiz olsun isteriz; hatırlamak istemediğimiz ne varsa silebilmek için –bu saf ümitten midir bilmem ben hep kurşun kalem kullanırım. Herşeyi kontrolü altına almak isteyen bu “şuursuz şuur” benim canımı sıkıyor; kaç zamandır dilimizi “el-muktedir” le ıslatmayı unuttuk? Oysa belki de tüm sayfayı yeniden yazabilmek üzere silip boşaltamadığımız için insanız ya da bu da “insan olmak”lığın bir parçası.
***
Bir şarkı vardı benim çok sevdiğim, “herkes kendine sürgün biraz” diyordu. Kendimize rağmen bir şansımız var yani; tamamen kendi tekilliğimize hapsolmuş sayılmayız. Birbirimize merdiven dayayabiliriz günün birinde. Birbirine çarpan, ara sıra teğet geçen özneleriz hepimiz. Yalnızlık, kendi etrafımıza kendi duvarımızı örmek gibi; insan denen mahlukatın kendi üretimi biraz. Nefes aldığımız müddetçe yalnız değiliz; doğarken yalnız değiliz ve yaşarken de olmayabiliriz. Ölürken yalnız ölürüz, “birlikte ölmek” kati imkansızlığın anlam kazandığı yegane kelime çifti belki de. Çünkü herkes kendi ölümüne ölür. Sonrası?
Mana aleminde hangimiz yalnızız? Doğarken de, yaşarken de ve hatta ölürken de. Bunun da merhametle bir ilgisi olmalı ve insan olmakla.
Ve elbet bizim “samed” olamamaklığımızla.
240209