...
Masaldaki çocuk hiç bir zaman daha bilge olduğundan “kral çıplak” demedi. Aksine çocuğa kral çıplak dedirten çocuğun “cahil cesareti”ydi; bunu da bize hiç kimse söylemedi. Biz artık krala çıplak diyemeyecek kadar büyüdük ve “kral” olduk. Öyle büyüdük ki kendi çıplaklığımızın farkına vardık. Pastel boya kutusundaki altı renk boyayı çıplaklığımızı saklamak için tükettik de hayat için elimizde bir şey kalmadı sanki. Belki de bundandır bunca hüzün... Biz büyüdük. Cesaretimiz cahilliğimizle eş zamanlı terkedip gitti bizi. Çıplaktık ve üstelik korkaktık! Kendi “kral”lığımızı umursamaksızın başka krallara çıplak demenin iç kaldıracak derecede mide bulandırıcı yarışına girdik. Yüzsüzleştik ya da birden fazla yüzler edindik –ikiden de fazla. Başkalarına “çıplaksın” diyebilmenin ahmakça gururunu yaşamayı seçtik.
...
Ben masalları sevmiyorum. Büyüdüğümden filan değil, masallar inandırıcılığını yitirdiğinden de değil. Zira eskiden de bilirdim masalın mavalla bir ilgisi olduğunu. Kendi inandırıcılığımızı yitirdiğimizden belki. Yine de masallar yazayım istiyorum. İçinde şapşal ve çıplak krallara “çıplaksın” diyebilen kahramanlarım olsun istiyorum. “Kral çıplak” desinler “kral çıplak; tıpkı benim gibi ve hepimiz gibi”.
*“Ne gülüyorsun anlattığım senin hikayen” (Horatius,Hiciv I)
240209